Bu sözü işiteli yıllar olmuş, gençliğimizde bize bir dinamizm kazandırmıştı ama sanki bir slogan olmaktan öte de götürememiştik. Oysa bu hitapta geçen üç kelime her şeyi özetliyordu: “Titre, kendine dön!” Ne öyle içten titreyebildik, ne de bunca ikazımıza rağmen muhataplarımızı titretip kendilerine getirebildik. Yaş kemale erip saçlara aklar düştüğünde ise ecdadımızın ortaya çıktığı toprakları ve coşkun bir sel gibi akıp dağıldığı diyarları gezip dolaşmaya başladık. Kısacası, -neden sonra da olsa- felek gençliğimizin hayallerini süsleyen, bir aşk ve sevda gibi benliğimizi saran diyarları gezdirerek ehli dil olanları dilşad etmişti.